Bilinçli Olma Bedbahtlığı
Bilinçli olma bedbahtlığı isimli kitabın yazarı Seidel’in intihar etmiş olması, bilmek denilen şeyin bir noktadan sonra son derece rahatsızlık veren bir olgu olduğunu gösteriyor. Bunu sadece yazarın intihar etmesinden değil, kendi hayatıma bakınca bile anlayabiliyorum. Her öğrendiğim şeyden sonra daha az iyimser olmaya başladım. Bir şeyi bilmek zincirleme bir etki yaratarak sonucunda kişiyi bilmek veya okumak denen şeye mesafeli kılıyor. Tarihin tiranları, dinin saf duygulara sahip takipçilerinin anlattıklarının veya yaşadıklarının, dişleri kana bulanmış insan yiyen canavarlara dönüştürülmesi, toplumların nice yanlışa, doğru olarak inandırıldıkları ve aslında altı kaynayan bir kazanın içindeki kurbağa misali yavaş yavaş yanarak birazdan can vereceklerini bilmemelerini bilmek. Bunların hiçbirine dur diyememek ve bu bilincin insanı harekete geçirmeye zorlayan, fakat sonucunda tarihi sürecin de tecrübesine dayanarak ne yaparsan yap bir şeyleri değiştiremeyecek olmayı da bilmek... Adem o ağacın sırlarını bilmeseydi ağlar mıydık? Kesinlikle hayır. Bilmemek Cennet ile eşdeğerdir. Bir kere bilinçerişim yaşayan kişi artık bilgilerini unutamaz veya bilmiyor gibi yaşayamaz. Çabaları nafiledir. Tek işi sabahtan akşama kadar çay içerek okey oynayıp, sarı dişlerinin arasından duman ve küfürle karışık gülücükler dağıtan o müthiş mutluluğa erişmiş kişi gibi olamaz. Ne kadar kolay olurdu Descartes gibi bildiği her şeyi unutup yeni bir zihin teşkil edebilmek. John Locke’un Tabula Rasa’sı veya Gazali’nin bilgiyi edinme yetisine sahip boş bir cevher dediği o zihinsel boşluğu yakalamak. Ama bu imkansız. Sadece tek bir yolu var mutlu olmanın; bilmeyi terk etmek. Aksi taktirde karşımıza çıkacak gerçek; Cioran’ın kitabının başlığı olan doğmuş olmanın sakıncasını yaşamak...
Perde Arkasından Konuşmalar- Tuna KAHRAMAN
04.04.2022