İÇ YORGUNLUĞU
Yusuf her zaman kullandığı otobüsü bekliyordu. Bu sefer beş dakika geç kalmıştı. Geç kalmıyordu ama yine de gerilmişti. Belki de hissettiklerinden dolayı da gerilmiş olabilirdi. Otobüs durağında kendi gibi bekleyen yolcular bu gecikmeyi sorgulamaya ve söylenmeye başlamışlardı. Tüm yolculardan uzak bir köşeye geçti. Uzaklaşması gerekiyordu insanlardan. Kendisini korumanın başka bir yolunu bilmiyordu. Defne neden bürosunda buluşmak istemişti ki sanki! Yakın bir yere taksi kullanarak gidebilirdi. Arkadaşının huyunu bilse de özellikle yapıyor gibi işlerini bahane edip bürosuna çağırmıştı yine. Belki oradan geçerlerdi yemeğe.
Otobüs nihayet geldi ve bindi Yusuf. Mümkün olduğunca en uzak köşeye gitmeye çalıştı ama ne mümkün; o kadar kalabalıkta sessiz bir köşe bulmak imkânsız gibiydi. Çareyi kulaklığını takıp müzik dinlemekte buldu. Kendi de biliyordu kendini soyutlamak için geç kalmıştı. Yeterince gerginlik hissetmişti. Bugünlük kotasını doldurduğunu da düşünse; güne yeni başlıyordu neredeyse. Bazen anlamıyordu Defne’yi ve neden bu kadar inatçı olduğunu.
Nihayet fazla elektrik yüklenmeden inmişti. Hatta temiz hava alabilmek için bir durak önce inmişti. Hava güzel ve yürüdüğüne değdiğini düşündü. Biraz daha yürüyünce Defne’nin bürosunu geçmek üzere olduğunu anladı. Birkaç adım geriledi ve binaya girdi. Kim bilir yine neyle uğraşıyordur, diye geçirdi içinden. Asansörler çok havasız geldiği için merdivenlere yöneldi. O kadar yukarı kimse çıkmaz; karşılaşacağı biri olmaz diye düşündü. Merdivenleri çıkmaya başladı. Beşinci katta nefesi kesilmeye başladı ama çıkması gereken iki kat daha olduğunu düşününce zorladı kendisini.
Büronun önüne geldiğinde kapı yarı aralıktı. Çalmaya gerek görmeden içeriye göz atarak girdi Yusuf. Anlaşılan Defne’yi hazırlıksız yakalamıştı. Henüz fark etmemişti Defne, Yusuf’u. Yusuf öksürür gibi yaptı geldiğini belli etmek için. Defne koltuğunda uyuyakalmıştı ve Yusuf’un sesini duyunca irkildi.
“Hı… geldin mi? İçim geçmiş kusura bakma. Hiç mi ayak sesin gelmez; uçuyor musun arkadaşım, anlamadım.” dedi bir çırpıda. Ayağa kalktı Defne, gerindi ve “Ne içersin, korkma sadece senin için yormayacağım kendimi, kendime kahve yapacağım.” dedi.
Yusuf da başıyla onayladı arkadaşını. Uzun yıllar sürmüştü arkadaşlıkları ama Defne hala anlayamamış Yusuf’u ve hala çözememiş hissediyordu arkadaşını.
Yusuf beklerken büroda birden huzursuz hissetmeye başladı yine. Defne kahve kupalarıyla içeri gelince arkadaşının gerginliği kaçmamıştı gözünden.
“Hayırdır? Yine mi bir şey var büroda? Geçen sefer fare leşi buldurdun bana.” diye kahkahayı koyuverdi.
“Kızmazsan evet, bir şey olabilir. Bu sefer leş olduğunu sanmıyorum. Çok şiddetli değil. Leş değil aslında; acı çekiyor olmasa hissetmeyebilirdim.” dedi Yusuf.
Sonra da bu durumdan utanmış gibi kızardı. Yusuf hala ne olabileceğini anlamak için büroyu karış karış adımlıyordu. Bu konudan kendisi de çok rahatsızdı ama yapabileceği çok bir şey de yoktu. Doktorlara da türlü türlü şarlatanlara da başvurmuştu; belki biri nesi olduğunu söyleyebilir diye.
Defne, Yusuf’u izliyordu; Yusuf ise düşünceli düşünceli pencere kenarından sokağa bakıyordu. Pencerenin yanında huzursuzluğu daha da artıyordu. Defne; “Kahven soğuyor Yusuf.” dedi.
Yusuf da daha beter kızarmış bir şekilde; “Çiçekleri sulamadın mı?” diye parlamıştı.
Defne şaşkınlığını gizleyemedi. “Bağırmana gerek yoktu; yardımcım unuttu herhalde. Yardımcı kadın almıştım o ilgileniyor genelde.” dedi kırgınlığını da belli ederek.
Yusuf’un kendini kaybetmesine anlam verememişti. Geçenki leşi bulduklarında da bu şekilde davranmıştı. Arkadaşlıklarını gözden mi geçirseydi Defne bilemedi.
Biraz daha baktı Yusuf’un yüzüne; sonra da yardımcı kadını çağırdı. “Hafize Hanım çiçekleri ihmal etmişsiniz sanırım; sular mısınız? Yusuf’un radarına yakalandılar.” dedi tebessüm etmeye çalışarak. Yusuf’a döndü “Otur istersen.” dedi alınmış bir şekilde.
Yusuf yeni fark etmişti ne kadar agresif olduğunu; tam özür diyecekken; “Hiç özür dileme, alıştım artık. Altı üstü çiçek; iyi de baksan bir gün solacaklar.” dedi Defne.
Yusuf çok utanmıştı ve “Neden böyle oluyor ben de bilmiyorum. İnsan içine çıkmak istemiyorum bu durumdan dolayı biliyorsun.” dedi mahcup bir şekilde.
“Neyse, tamam. Bunu da affedebilirim. Evet, bir çözüm bulmamız gerekli bu duruma. Çok yardımını gördüm zamanında. Başka biri olsam katlanamayabilirdim belki. Bu kadar hassas olmak zorunda değilsin. Neydi adı bu… şeyin?” diye sordu yine.
“Empati deniliyor Defne; empati üstü bir durum yani. Sadece anlamak değil; yoğun derecede hissetmek ve sadece insanlara karşı değil, bütün canlılara geçerli. Dünyada ki kâbusum işte…” diyerek sustu. Defne’nin artık asıl konuya geçmesini diledi içinden; vaaz vermeye başlamasa yine, zaten tükendim şimdiden diye içinden geçirdi.
“Dünya böyle bir yer Yusuf; acı çekenler de olacak, ölüm kalım da olacak. Dünyayı başka türlü düşünemeyiz zaten. Yani bu kadar hassas olman garip aslında. Belli bir süreden sonra alışman gerek aslında.”
Vaaz vermeye başlamıştı bile Defne, Yusuf’un korktuğu gibi ama uzatmak niyetinde değildi.
Biraz daha arkadaşını süzdükten sonra ona acımaya başlayacaktı biraz daha düşünürse. Bunu istemezdi hiçbir arkadaşı için; tavırları direk değişirdi o zaman karşısındakine karşı. Acaba ben mi çok duygusuzum diye geçirdi içinden. Belki de Yusuf’un yaşadığı bir lütuftur da kendisindedir sorun. Kafasındaki düşünceleri kovalar gibi elini salladı başına doğru. Artık konuya girerse ortamın havası dağılır diye düşündü ama yardımcı kadın çıkmamıştı daha.
“Hafize Hanım teşekkür ederim; camları da açtıktan sonra çıkabilirsiniz. Biraz hava almamız lazım ikimizin de. Ben birazdan çıkacağım Yusuf Bey ile haberiniz olsun. Yemeğinizi her zaman söylediğimiz yerden söyleyip yiyin siz.” dedi.
Yardımcı kadın teşekkür ederek çıktı odadan. Herkes kadar rahatsız etmiyordu bu kadın Yusuf’u. Düşünerek ilgisini dağıtmak istemedi yine de. Sonrakiler listesine eklemişti bile; daha sonra düşünmek üzere.
Defne’nin sabırsızlığı belli oluyordu. “Büyük bir iş almak üzereyim. Yardımına ihtiyacım var. İşle ilgili olduğu için özellikle burada konuşmak istedim. İşinde iyisin şu… neydi… empatlık huyun olmasa. Hatta hayat arkadaşlığı bile düşünebilirdim belki.” dedi ve o meşhur kahkahasını koyuverdi yine Yusuf biraz şaşırmış biraz da kızarmış şekilde; “Bu durumdayken kimseye katlanamam biliyorsun. Şakası bile ağır geliyor. İş konusunda ve arkadaş olarak her zaman yanındayım biliyorsun. Kendi işlerimi ayarlayayım da bakalım şu işe neler yapabiliyoruz.” dedi utandığını gizlemeye çalışarak.
Defne hala gülümsüyordu; “Tamam, kızma. Ne halde olduğunu bilmesen narsist olduğunu düşüneceğim ama neyse ki şahit oldum. Evlenelim demedim zaten. Sayende ben de gerildim yeterince. Çıkalım istersen… çıkalım derken inşaat yapılacak alana bakmaya gidebiliriz. Sonra da şansım varsa yemek yeriz belki.” dedi, bu sefer utanma sırası Defne’deydi.
Beraber bürodan çıkmışlardı. Yusuf genelde araçla dolaşmayı tembellik olarak gördüğü için otobüsle gelmişti ama pişman oldu; dışarı çıkacaklarını öğrendiğinde. Kabalık olarak anlayabilirdi Defne. Neyse ki böyle şeylere takılmıyordu Defne. Aracını park ettiği yerde bulmaya çalışıyordu. İş yeri olarak kalabalık ve ünlü bir plazadaydı neticede. Sonunda bulmuştu aracını aralarda; zafer çığlığı atmak istemişti ama tuttu kendini. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilse de her zaman daha yüksek hedeflere oynardı.
Beraber bindiler Defne’nin aracına. Her kadın gibi değildi Defne. Aracı temiz ve düzenli görünüyordu. Az önce söylediği şeyde haklı olabilirdi; ömür boyu yanında olabilirdi aslında katlanabilse Yusuf. Umarım yanlış anlamamıştır diye hayıflandı kendi kendine; kötü alınabilirdi verdiği tepkiye. Özür mü dileseydi acaba ama durumunu hem açıklamıştı hem de biliyordu karşısındaki kadın bu halini ve haklı olduğunu. Yine de kıracak bir şey demek veya yapmak istemiyordu. Kendi içinde boğulmaktan Defne kurtardı yine Yusuf’u; “Korkma arabaya ceset saklamadım.” dedi gülerek.
“A… yok, az önce bana kırılıp kırılmadığını düşünüyordum.” dedi.
Patlıcan gibi morarmadan bugünü bitiremeyecekti anlaşılan. Defne gülümsedi; “İşte işin sonunda böyle yaptığın için kızamıyorum sana. Boynunu büküp düşünüyorsun karşındakini. Benimle çalışmayı kabul ettikten sonra katlanabilirim sanırım buna.” dedi Defne hafif kızgınlık ve biraz da düşünceli şekilde.
“Gideceğimiz yerde arazi çok güzel konum olarak. Ne olarak değerlendirebiliriz diye bakacağız. Yatırımcılarla birebir görüştüm. Genelde yüz yüze görüşme lütfunda bulunmuyorlar ama plazada çalışmanın avantajı işte. Keşfimizden sonra oturup çalışırız, yapım aşamasına geçerken de seni ortağım olarak takdim edebilirim. Hem seni görsünler, şanslarını düşünsünler hem de bu işten sonra kendine daha iyi bir doktor bulabilirsin belki.” diye işi açıkladıktan sonra iğnesini de ucundan göstermişti Defne
Arkadaşı şu hastalığına bir çözüm bulsa en çok kendi sevinecekti sonuçta. “Her neyse, bu işi almayı çok istiyorum. İnsanoğlunun ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Kenarda birikimim dursun yine.” dedi.
Diğer servetinin ya da hazinelerinin yanına koyarsın.” diye alaya alma sırası Yusuf’a geçmişti.
Tabi ki kısa sürüyordu; yine alındı mı acaba diye Defne’nin yüzünü incelemeye başladı. Neyse ki kendinden çok Defne gülmüştü bu alaya.
Defne de Yusuf’un kendi hakkındaki düşüncelerini bilse de yeniden açıklama gereği duydu; onu varyemez olarak ilan etmesini de istemezdi sonuçta.
“Benim de hastalığım bu işte. Zamanında çektiğim yoksulluğun sonucu olabilir. Ne kadar yükseğe çıksam o kadar korkuyorum düşmekten. Tekrar aynı şeyleri yaşamak çok ağır gelir biliyorsun. Sizin gibi krallığın içine doğmadık.” dedi gardını indirmeden.
Yusuf karşı bir atak geleceğini zaten biliyordu, arkadaşının düşüncesini de az çok bilirdi. Aynı üniversiteden mezun olmanın avantajlarını ve dezavantajlarını yaşıyorlardı beraber. Bir kere isteseler de rakip olamıyorlardı; Defne her zaman işbirliğinden yana ve yanında güçlü biri varken onu karşısına almayı aklından bile geçirmezdi. Sadece aileden gelen serveti değildi nedeni; Yusuf işinde gerçekten çok iyiydi. Bazen onun geleceği görebildiğini falan düşünürdü. Bu işte de beraber olmak istemesi ona göre doğaldı. Defne’nin kendi gücünü ve yeteneğini küçümsediğini ve Yusuf’u her seferinde takdir ettiğini bildiği için Yusuf’un içi rahattı. Çıkar ilişkisi değildi aralarındaki. Genelde birbirlerine destek olmuşlardı her zaman. Ne kadar da birbirlerinin derdine derman olmasalar da bu şekilde süreceğe benziyordu dostlukları.
Gelecekleri yere yaklaşmıştı Defne. Aracını park edecek bir yer arıyordu. Yusuf her zamankinden daha huzursuzluk veren bir şey hissetti. Defne aracına yer bulup park edince, Defne’nin koluna yapıştı. “Defne bekle bir dakika. İnmesek mi acaba?” diye sordu.
Defne şaşırdı, ne tepki vereceğini kestiremedi. Yusuf’a bu işi ne kadar istediğini anlatmıştı; şimdi neden böyle davranıyordu ki? Anlam mı vermeye çalışsa, Yusuf’a mı çıkışsa karar veremedi. Önce kendini sakinleştirdi. Sonra da Yusuf’a döndü ve “O kadar geldik, bir göz atıp çıkacağız. Uzun süre kalmamıza gerek yok zaten. Hem sen görür görmez bir şey düşünürsün” dedi.
Yusuf’a baktı o an. Yusuf terlemekten sırılsıklam olmuştu bir anda. Halini görünce panikledi Defne. Ne yapacağını bilmez şekilde; “ Tamam geri dönelim, sen iyi değilsin. Olmazsa başka zaman geliriz.” dedi ve aracını çalıştırdı.
Arkasına bakarak birkaç adımlık ilerlemişti ki Yusuf iyi olduğunu söyledi. Halinden yalan söylediğini anlasa da Defne bir şey demeden aracını yeniden park konumuna alarak indi aracından. Sonra Yusuf’un kapısını açtı ve koluna girdi. Yavaş yavaş etrafı çevrili inşaat alanına ilerlediler. Defne geri dönmediklerine pişman olmuştu bile. Etrafta kimse var mı diye baktı; yardıma ihtiyaçları olursa diye. Kimseler gözükmüyordu. Daha ne yapılacağına karar verilmediği için yapım başlamamıştı. Yusuf’a hisleri konusunda güvenirdi ama şu hali çok abartı gelmişti. Ne sorun olabilirdi ki burada anlam veremedi.
Yusuf’u daha fazla bu durumda bırakmamak için araca geri sürükledi. Daha sonra tekrar detaylı bakarız diye lafı geveledi. Hiç beğenmemişti halini. O kadar yıldır böyle kötü olduğu bir durumla da karşılaşmamıştı. İyice panikledi, arabayı bile zor çalıştırdı ne yapacağını bilemez halde. Hastaneye götürmek için ısrar etse de Yusuf kabul etmedi. Evine gitmek istedi. Defne de mecburen evine bıraktı. Saat başı arayıp kontrol etti arkadaşını. Deli gibi de merak ediyordu neden böyle olduğunu ama bu haldeyken Yusuf’a sorular sorması uygun olmadığı için bir şey diyemedi.
“Kaç gündür ses yok, telefonlarıma neden bakmıyor bu adam?” diye söyleniyordu Defne kendi kendine.
Yusuf’la ayrılalı dört gün olmuştu. Merakı artıyordu giderek. Hafize Hanım, Defne büroya gelmeden önce Yusuf’un uğradığını, söylemeyi unuttuğunu Defne’ye çekinerek bildirdi. Bu sefer de yardımcı kadına söylenmeye başladı;
“Eh!... nasıl unutursun! Çatlıyorum meraktan kaç gündür.” Diye.
Neyse ki Hafize Hanım duymamıştı. Yusuf’u aradı yeniden ama telefona cevap vermiyordu. Arkasından bir mesaj geldi; “Bana gel, konuşalım.” diye.
Defne heyecandan trençkotunu bile almadan çantasını apar topar alıp çıktı. Yusuf’a ne soracağını, nasıl konuşacağını dahası ne diyeceğini bilemez haldeydi. Gerçi kendi çağırdıysa belli ki anlatmaya hazırdı arkadaşı.
Defne heyecan içerisinde Yusuf’un evine nasıl geldiğini bilemedi. İçeri girerken arkadaşının yüzü değişmişti. Nasıl anlamlandırsa bilemedi. İyi görünüyordu ama iyi şeyler konuşacaklarmış gibi de görünmüyordu. Defne daha fazla bekleyemedi; “Anlatacak mısın neler olduğunu?” diye sordu.
Yusuf daha fazla endişelendirmek istemedi arkadaşını.
“Bu işi çok istediğini biliyorum ama orda beni rahatsız eden bir şeyler var. Sana yapma demiyorum ama ben giremem bu işe.” dedi tek nefeste.
Defne ısrar etmenin anlamsız olduğunu anlamıştı.
Defne; “Anladım, yapacak bir şey yok. Sadece yatırımcılarla görüşürken gelsen; sen daha etkinsin görüşmeler konusunda. İşle ilgili bir şeye gerek yok; sadece yanımda dursan da olur.” dedi. En azından bu konuda anlaşmışlardı.
Toplantı günü Defne herkesten daha gergindi ve bu Yusuf’un istemediği bir şeydi. Yatırımcılar da gelmişti sonunda. Hepsini iyi ağırlamak için elinden geleni yapıyordu Defne. Anlaşılan yatırımcılar da gergindi. Yusuf iyice tedirgin oldu. Hoş toplantının nasıl biteceğini biliyordu. Yatırımcının biri;
“Defne Hanım kusura bakmayın; biraz askıya almamız gerekli projeyi. Neler olduğunu biz de anlamadık. Bir ihbar gelmiş arazi ile ilgili. Kazı çalışmaları yapıldı ve arazinin aslında mezarlığa ait olduğu öğrenildi.” dediğinde Defne, Yusuf’a baktı.
Yusuf hınzırca gülümsedi sanki olan biten her şeyden haberi varmış gibi. Defne ne diyeceğini bilemez halde sadece; “Anlıyorum.” diyebildi.
Yatırımcılardan diğeri ve asıl karar verici olan; “Size başka bir teklifimiz olacak aslında; şu anki araziden vazgeçip farklı bir yerde yapmayı planlıyoruz. Sizinle orası üzerinden anlaşalım. Şu ankini bağışlamamız söz konusu olabilir.” dedi.
Defne’nin gözleri parlamıştı. Altın vuruş dedikleri bu olsa gerek, diye düşündü.
Bütün misafirlerini geçirdikten sonra sıra Yusuf’un ifadesini almaya gelmişti. Yusuf da iki elini yana açarak bilmiyorum hareketi yaptı gülümseyerek.
“Defne bana inan ya da inanma, anlamanı da beklemiyorum ama benim de durumum bu şekilde. Ben ihbar etmeseydim çalışmalar esnasında çıkacaktı ortaya. İş yarım kalmış olurdu o zaman ve daha büyük sıkıntılar yaşanırdı. Şimdi daha güzel bir iş teklifi aldın bak.” dedi.
Her zaman haklı çıkıyordu.
“Ama nasıl biliyorsun?” dedi Defne kendisine hâkim olamayarak.
“Bunları defalarca konuştuk, ben de bilmiyorum ama emin olduğum bir şey var, canlılarla olduğu kadar diğerlerini de hissediyorum demek ki.” diye yine düşünceli halini takınmıştı.
Defne arkadaşının enerjilerden, farklı durumlardan, insanlar ve diğer canlılarla empati kurduğunu ve etkilendiğini biliyordu ama bu kadarını tahmin edemezdi. En azından iş çözülmüştü; yaşadığı gerginliğe değmişti. Yusuf’a daha anlayışlı olmaya karar verdi daha doğrusu artık şahit olduklarıyla birlikte durumu kabullendi. Yusuf’un iç yorgunluğunu anlamıştı artık Defne.
Betül FIRAT
23.06.2022