OLCAY GÜRAN
Sayın Olcay GÜRAN, beni kırmadığı için, kıymetli vaktini ayırdığı için, sorularıma cevapları ile eşlik ettiği için çok teşekkür ediyorum. Hayatında her zaman her şeyin dilediği gibi olması dileğiyle ve kendisinden daha fazla eser görmek umuduyla.
SORU1: Yaşadığımız devasa evrende kendinizi üç cümle ile tanımlar mısınız?
Kendimi, her zaman çok büyük düşler kuran, hayalperest ve ayakları hiç bir zaman yere basmayan, her zaman kendisine en iyisini hak ettiğini yineleyen, karakterinin Tanrı'nın ona en büyük armağanı olduğunu bilen ve onu değerlendirmeye çalışan biri olarak tanımlayabilirim. Çoğunlukla yalnızımdır çünkü, kitaplar bana insanlardan çok daha öğretici gelir ki bu da yalnızca bizim ülkemizde böyledir. Çünkü, bizim ülkemizde insanlar bilgisiz ve sığdır. Konuşmaya başladıklarında sıkılırsınız ve kaçacak delik ararsınız. Bu arkadaşlarım için de geçerlidir. Ancak yine de onlarda değişik bir özellik keşfetmeye ve zihnimde olabilecek boşlukları doldurmaya çalıştığım nadir zamanlar ayırırım onlara.
SORU2: Her yazarın her eseri kendinden bir parçadır, zor ve zahmetli süreçlerden geçer. Siz eserinizi yazarken hiç sıkıntı yaşadınız mı? Ya da yaşadığınız en büyük sıkıntı neydi?
Kitaplarımı yazarken evde bana yüklenmiş sorumluluklar dolayısıyla zorluklar, ekonomik zorluklar ve en önemlisi de duygusal zorluklar yaşadım ve "Evlenip çoluk çocuk sahibi olacağıma, daha başarılı olabileceğim araştırmaya dayalı yazarlık sürecini çok daha genç yaşta başlatsaydım diye hayıflandım. Siz de hak verirsiniz ki artık dünya çocuk doğurmak için güvenli bir yer olmaktan çıktı. Okumayı çözdüğüm o ilk günden beri günlük tutan ve çok okuyan ben İngiliz yazar Virginia Woolf'un kadınlara seslendiği, "Kendine ait bir oda," adlı kitabını on yedisinde keşfetmiş, yolumu yazacağım diye çizmiştim fakat seksenli yıllarda evlenmek ve çocuk yapmak biz kızlar için önemliydi. Sloganımız 'kariyerde yaparım çocuk da doğururum' idiyse de eğer, ekonomik olarak çok güçlü değilseniz ve evde bir yardımcınız yoksa ikisi bir arada zor yürüyor. Okulu bitirir bitirmez -23 yaşında mezundum- çalışmak zorunda olduğum için eğitim aldığım Tekstil tasarımı konusunda otuz yıl aralıksız çalıştım, bu arada evlenip iki çocuk doğurup onları büyütürken de işi bırakmadım. İşe gidip gelirken serviste sürekli kitap okudum ve öyle bir an geldi zaten var olan ve hep ötelediğim o içten gelen artık yazmalıyım isteğim beni sektörün dışına attı. İşe gidip gelmek zorlaştı, öyle ki son yıl nefes alamaz hale geldim. Her sabah masamın başına oturduğum da yazmayı düşlemeye, çalıştığım şirket mailinden özel mailime o gün çevremde olup bitenleri öyküleştirerek yazıp göndermeye başlamıştım. Hatta bir gün işverenim bilgisayarıma bakıp bana, "Roman mı yazıyorsunuz?" sorusunu sorduğunda ben de yaptığım etiğe aykırı olduğu için çıkış yolları aramaya başladım. Sonra yüksek lisans yapar ve üniversitede çalışmaya başlarsam yazmak için zaman bulabilirim düşüncesiyle yüksek lisansa başvurdum, bitirdim ve “HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNDE TASARIM SÜREÇLERİ VE MARKA OLUŞTURMA YÖNTEMLERİ” başlıklı tezi yazdım ve kabul edildi. Özellikle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi gibi köklü geçmişi olan bir kurum da Yüksek Lisans tezi yazmak ve kabul ettirmek yazın dünyasına en azından adım atabilmek için bana güven kazandırdı. Araştırma yapmayı öğrenmiş, güzel sanatlar eğitimi almış ve mükemmelliyetçi biri olarak yazmanın sorumluluğunu alabileceğime inanmıştım. Bu arada yazmak istediğim konu başlıkları uzayıp gitmişti. Tezim kabul edilir edilmez, doktora yapmak ve üniversitede hoca olmak yerine yazmaya karar verip para kazanma düşüncesini de kafamdan attım, çalışırken kazandığım bütün alışkanlıklarımdan -alışveriş, seyahat- vazgeçtim. Örneğin bu süregelen düzenimden vazgeçmek zor fakat en önemli kararımdı çünkü, tekstil tasarımcısı iseniz yılda iki üç kez yurt dışı seyahatleri işverenlerin finansmanı ile yapar fuarlara katılır ayrıca değişik ülke insanları ve kültürleri tanırsınız ve bu uzaktan bakıldığında hele de Türkiye gibi ekonomik koşulları yetersiz bir ülke insanı için çok çekicidir. Karar vermemde en önemli etken düşlerimdi, bir çalışan olarak başkalarının düşlerini gerçekleştiriyordum ve benim düşlerim yıllardır askıda bekliyordu. Bu bekleyiş karar verene kadar sıkıntılı bir süreçti. İşten ayrıldıktan sonra yazmayı planladığım romana başladığım günlerde aniden babamı kaybettim. Babam yaşamımın esin kaynağı, yazma ile ilgili genetik özellikleri aldığım ve bana kitap dolu bir dünyanın kapılarını açan kişi olarak benim için çok önemliydi. Türk Dili, Edebiyatı ve Coğrafyası öğretmeniydi! Kitabı öylece bırakıp annemle babamın öyküsünü yazmaya başladım. İlk üç kitabım, Zeko'nun Mediye'si, Yasun'un Mediye'si-Öğretmen Ailesi ve Karınca Yuvaları doğrudan biyografik bir çalışma olmayıp, aslında bir genç kızın çok sevdiği halde bir türlü iletişim kuramadığı ki benim de babam ikinci kez evlenmişti ve üvey annem onu ne zaman ziyaret etmek istesem, 'Baban yürüyüşe çıktı,' diye reddederdi, babama veda edişimden izler taşır. Bu üç kitabımı yeniden ele alacağım ve detaylandıracağım. Yaşadığım zorluklardan sonra edindiğim deneyim şu; yaşamda her şeyden vazgeçilebilir, değiştirilebilir ki insanın değişmesi, dönüşmesi, ilerlemesi için bulunduğu yeri önce bir terk etmesi alıp başını uzaklara gitmesi gerekir. Ben alaşağı ettiğim koşulların getirdiği zorlukları yazarak geçiştirdim. İlk karşılaşılan zorluk aşılırsa gelen zorluklar zorluk değildir artık, zorluk olmaktan çıkmış, sıradanlaşmıştır.
SORU3: Sizin için “yazmak” eylemi hayatınızı nasıl değiştirdi. Sizce “yazmak” eylemi insandan ziyade bir ülkeyi ne kadar değiştirebilir?
3A) Yazmak eylemi hayatınızı nasıl değiştirdi? sorusunu şöyle cevaplayabilirim; Olcay adında bir insan olarak dünyaya gelişimi anlamlandırmak isteğiyle ortaya kalıcı eserler çıkarmaya çalışıyorum. Yaşamı günlük sıradanlıklarla harcamak için çok değerli buluyor, dünyaya anlatıcı olarak geldiğimi düşünüyorum çünkü, en basit konuları bile öyküleştirmeyi seviyorum. Hep böyleydi, İlkokul, ortaokulda tuttuğum günlükler var ki neşelenmiş yazmış, üzülmüş yazmışım. Yazmak benim bu koca boşlukta bir dala sıkıca sarılmamı sağlıyor, can sıkıntısı nedir tatmadım, bugün de nasıl geçer diye sormadım. Her zaman okumam gereken kitaplar, her zaman yazmam gereken öyküler vardır. Yazmak yaşam düzenimi değiştirdi fakat beni değiştirmedi çünkü, yazmak zaten varlığımı keşfettiğimden beri yapmam gerekendi.
3B)Yazmak bir insandan daha çok bir ülkeyi ne kadar değiştirebilir? sorusunu; yazmak bir ülkeyi gelişmemişlikten gelişmişliğe dönüştürür. Öncelikle ulusal kimliğimizin sınırları içinde güçlü bireyler, dolayısıyla güçlü toplumlar için o ülkenin eksik kalan yönlerini bulup yazmak ve okunmasıyla insanların düşünce yapılarını geliştirmek ülkelerin sürekliliğinin garantisidir, diyerek başlayabilirim. Etnik kökenlerimiz ne olursa olsun sınırları olan bir ülkenin vatandaşı olmak, ortak bir dili kullanmak şu karmaşık dünyada önemlidir. Dünya karışık ve büyük güçler sürekli kendi güçlerini pekiştirmek için oyun içindeler. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı isek ve dilimiz Türkçe ise bu dili diğer dillerin istilasından korumamız ve konuşurken karşılığı olan sözcüklerin yerine başka bir dilden -ne batı ne doğu dillerinden biri- sözcük kullanmamamız gerekir. Günlük konuşmada dilin arılığı ulus olmanın ön koşuludur ki bu da başka milletlerin istilasından - kültür emperyalizminden- bizi korur. Konuşmanın zenginliği sözcük sayısının fazlalığı ile ölçülür. Eğitim, öğretim bize araştırma yapmanın, gelişmenin kapılarını aralar ve bırakır. Biz okuyarak, yazarak zihnimizi geliştirir, anlama, kavrama, yorumlama ve sonuç çıkarma becerileri ediniriz. 'Hiç okuyanla okumayan bir olur mu?' sorusu ne çok anlamlıdır. Bugün yaygınlaştırılmaya çalışılan insanların okumaması, anlamaması, yorumlamaması, soru sormamasıdır çünkü, belleği zayıf okuduğunu anlamayan soru sormayan bir toplumu yönetmek çok kolaydır. Seksen sonrası eğitim sisteminin içinin boşaltılması da toplumun zayıflatılmak için atılmış önemli bir adımdır. Okumak bizi birey olarak popülizmden-günün politik söylemlerinin etkisinden korur. Dünya üzerinde yaşamış gelmiş gitmiş çok büyük düşünürler vardır ve zaman bunları okumak için bile yeterli değildir. Fakat, okursak ülkemizin sorunlarının kaynağını kolaylıkla görebilir belki iyileştirmek için biz bir adım atarız. Kitaplarımda kadın eğitiminin önemi üzerine de yazıyorum çünkü, kadın eğitimli olursa toplum ileriye gider. Kadın okursa çocuğunun yalnızca beslenme ihtiyacını değil öğrenme ihtiyacını da giderir ve yalnızca çalışan beyin gelişir. Bugün gelişmiş ülke 3 dört yaş çocuklarının sıradan konuşmada kullandıkları sözcükler bizim pazardaki teyzelerimizden kat kat fazladır. Bunun nedeni anneannelerimizin, annelerimizin ilkokuldan sonra okula gönderilmemesidir ki bunun nedeni kız çocuklarını okula göndermemeleri için köy köy dolaşıp muhtarları ikna eden o günün politikacılarıdır. İlk kitabım olan Zeko'nun Mediye'sinde bu konuyu araştırarak yazdım. Sonuç olarak sorunun cevabı sayfalar sürecek bir araştırma konusu olup bana göre; bir ülkenin kaderini, edebiyattan sanata, endüstriye, teknolojiye her konuda gelişmişlik düzeyini, bir insanın okuma, anlama, sonuç çıkarma kapasitesi belirler. Örneğin bir asansör üreteceksen asansör ile ilgili yazılmış tüm dokümanları sıkılmadan okuman gerekir. Daha ilk sayfada üfleyip püflersen asansör yapamazsın, tamirci olur, 'Ah keşke okusaydım,' dersin ya da aslında okumayı çok istemene karşın okumadığın için bunu bilinç altına itip,'Okumak da neymiş,' dersin. Oysa okumak-yazmak toplumlar ve ülkeler için çok önemlidir, her zaman önemli olmuştur ve olmaya devam edecektir. Okuyan ülkeler kalacak okumayanlarda tarihin derinliklerinde kesinkes kaybolacaklardır. O yüzden Atatürk'ün şu cümlesi beni çok etkiler; 'Eğitimde feda edilecek tek bir fert yoktur!' İçerdiği anlam ile olağanüstü. O bir fert belki dağ başındadır ve eğitildiğinde, okuduğunda yazdığında hem kendisinin hem de ülkesinin yaşamını değiştirebilir.
Yazmak için tüm gençlere esin kaynağı olmayı arzularım. Eğer tek bir kişi bile benden ilham alırsa dünyanın en mutlu insanı olabilirim. Biliyorsunuz artık kapitalist düzen öyle bir duruma geldi ki elini sokup ciğerimizi sökse karnını doyuramayacağız bu yüzen ekonomik durumumuz ne olursa olsun engel olarak görmeden, önce dünya edebiyatının -Alman, İngiliz, Fransız-Rus- Kolombiya ve sayamadığım- kabul görmüş -Nobel almış- kitaplar ve yazarları okuyabilir sonra öykülerinizi yazabilirsiniz. Anneannelerinizden, dedelerinizden dinlediğiniz öyküleri kaybolmadan kaydedin. En önemlisi insan zihninden geçenlerdir. Çünkü, insan olmak önemlidir, insan olmanın onuru ile üretmek daha da önemlidir. Okuma ve yazma bizi hep yukarıya çıkarır.
Sevgi ve Saygılarımla
14.05.2022
Olcay GÜRAN